Previous Page  441 / 514 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 441 / 514 Next Page
Page Background

Betül AYANOĞLU

n

430

İmparatorluğun çoğunluğunu oluşturan Müslümanların kendi dininden olmayanlara karşı davranışları aktarılır-

ken

Hristiyanların zorla Müslüman yapılmaya çalışıldığı

ifade edilmektedir (Loubĕ & Xifaras, 2009: 24):

“İslamlaştırma:

Dönme, herkesin önünde [şunu] demelidir: ‘Tanrı birdir ve Muhammed onun gerçek peygamberidir’. Ve

bunu dediğinde, onu en yüksek dini yargıca götürürler: o zaman yukarıdaki kelimeleri tekrar etmesi ve Hris-

tiyanlığı reddetmesi gerekir. Ve bunu yapınca ona yeni giysiler giydirir ve dini yargıç onun başına yeni bir

sarık verir… Akabinde herkesten zırhlarını kuşanmalarını ya da kimin atı varsa binmesini ister. Hepsi gelince

onu bir atın üzerine çıkarırlar. Borazanlar, ziller ve kavallarla, kalabalık onun önünde ilerler ve din adamları

onun arkasından gelir… Bu şekilde onu şehirde dolaştırırlar… Eğer fakirse bağışla çok para toplarlar, özellikle

nüfuzlular onu onurlandırır ve onu zengin yaparlar…” (Aktypĕs vd., 2009: 35).

Yönetimde neredeyse hiçbir hakka sahip olamayan, her ne kadar idari yapıda temsil ediliyorlarmış gibi görünse-

ler de gerçekte sürekli ezilmeye ve hor görülmeye maruz kalan Hristiyanlar kendi öz çocukları üzerinde dahi söz

hakkına sahip değildir (Loubĕ & Xifaras, 2009: 24):

“Çocuk toplama

Osmanlı Türkleri, ele geçirdikleri halklara çocuk toplamayı zorla kabul ettirdiler. Söylediklerine göre, askeri

ihtiyaçlarını karşılamak için, Hristiyanların güçlü erkek çocuklarını, küçük yaştan alıyor, onları Müslüman

yapıyor, fanatikleştiriyor ve özel bir askeri kampta savaş sanatında eğitiyorlardı. Savaşçılıkları, hatta rakip-

lerine karşı insafsızlıkları nedeniyle meşhur olan Yeniçeri taburları, bu zorla asker toplama [işi] tarafından

yaratıldı” (Glentĕs vd., 2008: 102).

Bir diğer vurgu Osmanlı yönetimi altında gayrimüslimlerin ezildiği, kıymet ve itibar görmediği, insanca yaşam

hakkının bulunmadığı yönündedir:

“Türkler, genellikle, reayayı daha aşağıda görüyorlardı. Onları yoksul giyinmeye, küçük evlerde ve fakir semt-

lerde oturmaya, angaryaları yapmaya, yolda Türkler geçerken kenara çekilip, eğilerek yol vermeye zorluyor-

lardı. Hatta onların gururuyla oynar ve onlara hakaret eder, onların hakkını yer ve çoğu kez onları korkunç

işkencelerden geçirirlerdi” (Aktypĕs vd., 2009: 31).

Diğer taraftan, dokuzuncu sınıf kitabında, “Helen armatörler[ün] gemilerin[in] Rus bayrağıyla Boğazlarda özgür

dolaşımına müsaade eden Küçük Kaynarca (1774) Rusya-Türkiye anlaşmasından” (Λούβη ve Ξιφαράς, 2009: 23)

sonra diğer uyrukları hayli geride bırakarak ticarette sivrildiklerini ve bu durumun Yunanca’yı Balkanlardaki

ticaretin adeta

lingua-franca’sı

haline getirdiğini ifade etmektedir:

“1750’den sonra tam bir yüzyıl boyunca Helence Balkanlar’daki ticaretin diliydi ve Balkan tüccarlar, etnik

kökenlerinden bağımsız olarak, genellikle Helence konuşuyorlardı. ‘Helen’ hepsinden önce seyyar satıcı ya da

tüccar anlamına gelirdi ve bu anlamla bir Musevi bile ‘Helen’ olabilirdi.” (Λούβη ve Ξιφαράς, 2009: 23).

Türklere yönelik önceki ve sonraki üniteler içerisinde yer verilen kalıp yargıların tutarlılığı dikkat çekicidir. Buna

göre, Türkler,

adil olmayan, kendi dinlerinden olmayanları insan gibi görmeyen ve onlara çeşitli eziyetler yapan,

zorla Müslümanlaştıran, ağır vergi yükü yükleyen, mahkemeleri adil olmayan, Hristiyanların çocuklarını ellerin-

den alan

bir profile sahiplerdir. Bu tür kalıp yargıların doğrudan ders kitaplarını yazanlar tarafından değil de alın-

tılanan okuma parçaları içerisinde dolaylı olarak aktarıldığı gözlenmiştir. Bu tür alıntıların Osmanlılara/Türklere

dair kalıp yargılar inşa etmesi bakımından daha etkili olduğu düşünülebilir. Osmanlı egemenliği süresince Yunan-

ların başlarına gelen herhangi bir olumlu olaya, bir diğer ifadeyle olumlu Osmanlı yahut Müslüman imgesine

rastlanılmamıştır. Olası olumlu gelişmeler ise Yunanların kendi marifet ve yeteneklerinden kaynaklanmaktadır.