Serkan Deniz KOŞOÇAYDAN
n
350
rak Rusya Federasyonu ile Batı arasında güç mücadelelerinin yaşanmasıdır. Dördüncü olarak petrol ve doğalgaz
rezervlerinin olduğunun düşünülmesidir. Son olarak Karadeniz Türkiye için Montrö Boğazlar Sözleşmesi çer-
çevesinde barışın mutlaka korunması gereken bir bölgedir. Çünkü bu bölgede çıkacak bir savaşta Türkiye ister
istemez bir tarafta yer almak zorunda kalacaktır.
3. Balkanların Jeopolitik Önemi
Balkanların jeopolitik önemini açıklamak için bu bölgenin coğrafi sınırlarını çizmek gerekir. Balkanlar Kara-
deniz, Akdeniz ve Ege Denizi gibi üç büyük denize sınırı olan bir yarım adadır. Balkan coğrafyasının sınırları
Türkiye’nin kuzeyinden başlamakta ve Avrupa’ya doğru uzanmaktadır. Tuna ve Sava nehirleri Balkanların kuzey-
deki sınırını belirlemektedir. Balkanların doğusunu Karadeniz ve Rusya Federasyonu çevrelemektedir. Adriyatik
denizi ise Balkanların batı sınırını belirlemektedir. Balkan devletlerinin Avrupa, Türkiye ve Rusya Federasyonu ile
toplumsal, ekonomik ve enerji ulaşımı konularında ilişkileri vardır.
Balkan nüfusu çok dinli, çok dilli ve birçok etnik unsuru içerisinde barındırmaktadır. Coğrafi olarak üç denize
kıyısı olması stratejik olarak avantajlı olmasını sağlar. Avrupa, Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında yer almak-
tadır. Avrupa’ya uzanan enerji kaynaklarının ulaşım güzergâhında yer almaktadır. Bu özellikler Balkanlara komşu
olan bütün güç merkezlerini etkilemektedir (Kodaman & Birsel, 2014:49).
Coğrafi olarak Balkanlar, Avrupa kıtasını oluşturan coğrafyanın güneyinde kalan bölümde yer almaktadır. Bal-
kanlar bu nedenle Güneydoğu Avrupa olarak da isimlendirilmektedir. Balkan coğrafyasının kuzey sınırını Tuna
ve Sav nehirleri oluşturmaktadır. Tuna ve Sav nehirleri batıdan doğuya doğru uzanan doğal sınırıdır ve Avru-
pa devletlerince Osmanlıları engelleyen bir savunma hattı olarak düşünülmüştür. Balkanların kuzey sınırı bu
iki nehir tarafından çizilmiştir. Balkanlar, Avrupa Devletleri için Osmanlıya karşı savunma hattı, tampon bölge
olarak düşünülmüştür. Avrupalı devletler bu bölgeyi işgal etmek yerine kontrol altında tutmaya çalışmış, bu da
Osmanlıların bu bölgeye yerleşmesini kolaylaştırmıştır (İnalcık, 2009:3).
Batıda, İtalya, Slovenya ve Romanya’nın topraklarının bir kısmı balkan coğrafyası içerisinde yer almaktadır. Bal-
kanların batısı Adriyatik Denizine doğusu ise Karadeniz’e sınır teşkil etmektedir. Güney sınırında Türkiye’nin
Trakya kesimi ve Yunanistan bulunmaktadır.
Balkan coğrafyası Rusya Federasyonu, Avrupa ve Türkiye’yi birbirine bağlamaktadır. Karadeniz, Ege Denizi
ve Adriyatik denizi ile sıcak denizlere açılma olanağı sağlayan bir konumdadır. Kafkaslar üzerinden Hazar
enerji kaynaklarına en yakın ulaşımı sağlayan bir konumdadır. Sıcak denizlere çıkış kolaylığı veren coğrafi
özellik, tarih boyunca Balkanları, elde tutulması gereken önemli bir bölge haline getirmiştir. Bu nedenle de 20.
Yüzyılın başından itibaren yaşanan savaşların en uzun ve şiddetli dönemleri bu topraklarda sürmüş ve sürekli
olarak işgale ve baskıya dayalı bir mücadele var olmuştur. Soğuk savaş döneminde sürdürülen güç mücadele-
sinin en şiddetlisi yine bu coğrafyada yaşanmıştır. Balkanlar günümüzde Hazar enerji kaynaklarının ulaşım
güzergâhında bulunmasından dolayı yine güç mücadelesine sahne olmaktadır. Balkan coğrafyası beşeri olarak
farklı etnik, dil ve din yapısını içerisinde barındırmaktadır. Bu farklılıklara rağmen ortak bir balkan kültürü
oluşmuştur.
Balkan coğrafyasında tarihte meydana gelen gelişmeler şöyle gerçekleşmiştir. 16. Yüzyıla kadar Orta Asya’dan
Balkanlara Türk göçü gerçekleşmiştir (Karpat, 2003: 16). Bu göçler sayesinde Balkanların yerleşik toplulukları ile
Türk göçmen grupları bir araya gelmiş ve tabanında Türk kültürünün olduğu Batı kültüründen farklı bir gelişim
gösteren Balkan kültürü ortaya çıkmıştır.
16. yüzyıldan sonra Balkanlar Osmanlılar için Batıya açılan bir çıkış kapısı olarak görülmüştür. Osmanlıların Bal-
kanlarda yerleşmesini kolaylaştıran iki faktör vardır. Birincisi bu bölgede yaşayan Hıristiyanların tek Tanrı inan-
cını benimsemeleri (Adanır, 2011:329) ikincisi ise Osmanlıların ele geçirdiği bölgelerde yaşayan farklı kültür ve
dini gruplara hoşgörülü davranmasıdır (İnalcık, 2005:23). Osmanlı tarafından uygulanan bu sistemin bir getirisi
olarak Balkanlardaki Türk-Müslüman nüfusu Osmanlılar lehine değişim göstermiştir.
19. yüzyılın başından itibaren Avrupa’da yayılan milliyetçilik düşüncelerinin Balkan Halklarının Hıristiyan Grup-
ları arasında Avrupa devletleri desteğinde taraftar bulması ve Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmesi çerçevesinde




