Previous Page  93 / 514 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 93 / 514 Next Page
Page Background

Bülent ŞENER

n

82

İslam kültürü ile temasa gelerek zenginleştiği ileri sürülebilir. Bu kültür etkisinin en açık belgesi Balkan dilleridir.

Türkçe’den alınmış kültür sözcüklerinin sayısı, bugünkü Balkan dillerinde bile, bölgesine göre 2000 ila 5000 keli-

me arasında değişmektedir. Keza, giyim-kuşam halk müziği, yeme-içmede ve davranışlarda bugün bile Osmanlı

mirası göze çarpar bir kertededir (İnalcık, 2005: 30-31). Diğer taraftan, şehirlerde ve köylerde, Türklerle uzun

yüzyıllar beraber yaşama, Osmanlı İmparatorluğu’nun kanun ve altyapı kurumlarının etkisi ve nihayet Osmanlı

yüksek kültürünün bir prestij-kültür olarak taklidi, Balkan yerli halkı arasında kültürleşmenin başlıca yollarını

oluşturmuştur. W. Hasluck, Hristiyan ve İslam halk inanışları ve adetlerinin her iki toplum üyelerince ne kadar

geniş ölçüde paylaşıldığını göstermiştir. Bunda, Bektaşilik gibi halk dini tarikatlarının eklektizmi önemli rol oyna-

mıştır. Öbür yandan, Rumeli Türkleri, Balkan yerli halklarından tarım, günlük hayat ve sanatlarda birçok kültür

unsurları almışlar, böylece zamanla Rumelili ile Anadolulu arasında bir kerte kültür farklılığı ortaya çıkmıştır

(İnalcık, 2005: 33).

Gerek Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkan halkları üzerindeki hâkimiyeti, gerekse Balkan halklarının 19. yüzyılın

başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ulusal bağımsızlık mücadelelerine girişmeleri ve sonrasında

kendi “ulus-devlet”lerini inşa etme çabaları kaçınılmaz olarak Balkanlar’da “Osmanlı/Türk/Müslüman” karşıtlı-

ğını doğuran bir süreci başlatmış ve geliştirmiştir. Dolayısıyla hem Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilişi sırasında

yaşananlar, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra ve özellikle de 1990’larda SSCB’nin çözül-

mesiyle Balkanlar’da yaşanan etnik ve dinsel nitelikli çatışmaların arkasında ağırlıklı olarak hem siyasal, hem

kültürel hem de etnik düzeyde Osmanlı geçmişinden/mirasından arınma yani

“de-Ottomanization”

sürecinin/

çabasının yattığını belirtmekte fayda vardır. Şüphesiz etki-tepki prensibi gereği, Balkanlar’daki Türk ve Müslüman

topluluklara karşı girişilen saldırılar tarihsel süreç içerisinde Türkiye kamuoyunda ve yönetim çevrelerinde de

Balkanlı gayrimüslim milletler ve devletlere karşı da bir önyargının gelişmesini doğurmuştur. Dolayısıyla, Türk

dış politikasının belleğinde Balkanlar çoğu kez olumsuz imgelerle kendine yer edinmiştir. Zira, Balkanlar, iki

savaş arası dönemde faşizmin, II. Dünya Savaşı sonrası komünizmin yayılma alanı olarak Türkiye için bir tehdit

ve azınlık sorunlarının bitmek bilmediği bir bölge olarak algılanmıştır.

Balkanlar’ı, Türkiye ve Türk dış politikası için önemli kılan ikinci faktör olarak

“Türkiye’de yaşayan Balkan kökenli

nüfus”

faktörüne bakıldığında, Osmanlı’nın Balkanlar’dan geri çekiliş süreciyle birlikte Balkanlar’dan Anadolu’ya

başlayan göç dalgalarının Türkiye Cumhuriyeti döneminde de çeşitli nedenlerle (baskı ve savaş) devam ederek,

Türkiye nüfusunun içerisinde sayıları yaklaşık olarak 5-6 milyonu bulan Balkan kökenli bir nüfus (Boşnaklar,

Müslüman Arnavutlar, Torbeşler, Pomaklar, Bulgaristan Türkleri gibi) yaratmıştır ki, bu insanların akrabalarının

önemli bir bölümü halen Balkanlar’da yaşamaktadır. Dolayısıyla, gerek bu göçlerin Balkan kökenli Müslüman ve

Türk topluluklar üzerinde doğurduğu siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik kayıplar; gerekse halen çeşitli Balkan

ülkelerinde yaşayan Müslüman ve Türk toplulukların yaşadıkları baskılar her dönem Türkiye ve Türk dış politi-

kasının en duyarlı noktalarından birini oluşturagelmiştir.

Balkanlar’ı, Türkiye ve Türk dış politikası için önemli kılan üçüncü faktör olarak

“Balkanlar’da yaşayan Türk ve

Müslüman nüfus”

faktörüne bakıldığında, öncelikle belirtmek gerekir ki dün olduğu gibi bugün de Balkanlar’da

yaşayan Türkler ve Müslümanlar, Türkiye’ye karşı olumlu düşünceler ve kanaatlere sahiptirler ve hemen her

dönemde (özellikle de baskı, çatışma ve kriz dönemlerinde) Türkiye’yi “koruyucu devlet” olarak görmektedirler.

Keza, Türkiye kamuoyu ve devleti de tarihsel ve kültürel bağlar nedeniyle Balkanlar’daki bu topluluklara karşı aynı

derecede hassasiyet duymakta, sorunlarıyla ilgilenmektedir. Bugün Balkan coğrafyasında 1 milyonun üzerinde

Türk nüfus (yaklaşık olarak, Bulgaristan’da 760 bin, Yunanistan’da 120 bin, Makedonya’da 78 bin, Kosova’da 40

bin, Romanya’da 70 bin) ve 8 milyonu aşan Müslüman nüfus (yaklaşık olarak, Arnavutluk’ta 2,5 milyon, Bosna-

Hersek’te 2 milyon, Kosova’da 1,6 milyon, Bulgaristan’da 900 bin, Makedonya’da 670 bin, Yunanistan’da 150 bin,

Karadağ’da 120 bin, Sırbistan’da 235 bin, Romanya’da 70 bin) yaşamaktadır (Sancaktar, 2010). Balkanlar’daki bu

Müslüman ve Türk varlığı Anadolu’dan 14. ve 15. yüzyıllarda kitle halinde gelen sürekli bir göçün sonucudur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle göçebe grupları zorla Anadolu’dan Rumeli’ye geçirip stratejik yollar boyun-

ca belli bölgelere yerleştirdiği bilinmektedir. Bu göçürme ve yerleştirmenin bir nedeni, fethedilen bölgeleri ve ana

yolları güvenlik altına almak ve uçlarda akıncı kuvvetleri sağlamaktı. Başka bir nedeni de, Anadolu’da karışıklık

çıkaran ve köylüyü zarara sokan hayvan yetiştirici göçebeleri Rumeli hudut boylarına gönderme siyasetiydi. Sebep