Bülent ŞENER
n
80
boğaz ve geçitler imparatorluğun kuruluş aşamalarını belirlemiştir. Bu jeopolitik faktör, Balkanlar’da Osmanlı
yayılış aşamalarını anlamak için temel önemdedir. Osmanlılar Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyısına yerleştikten
sonra, Edirne’den Enez’e kadar Meriç nehri ilk fetih ve yayılış sınırı olmuştur (İnalcık, 2005: 24). Dolayısıyla, her
şeyden önce Osmanlı İmparatorluğu, 14. ve 15. yüzyıllarda bir Balkan imparatorluğu olarak doğup gelişmiştir
(Ortaylı, 2006: 46). 1361 yılında Edirne’nin Osmanlı topraklarına katılmasıyla birlikte Balkanlar’daki Türk nüfusu
artmaya başlamış, “Rumeli” adı verilen bu topraklar, Anadolu’yla birlikte Osmanlı Devleti’nin iki temel siyasi ve
kültürel hâkimiyet alanından biri olmuştur. 1912’deki Balkan Savaşı’na dek, İstanbul’dan yola çıkıp, neredeyse
Adriyatik Denizi’ne kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde gitmek mümkündü. Tüm Batı Trakya,
Makedonya, Arnavutluk hatta bugünkü Yugoslavya’nın sınırları içinde yer alan Kosova ve Sancak da Osman-
lı egemenliği altında bulunmaktaydı. Selanik, İmparatorluğun ikinci büyük kentiydi ve söz konusu “Rumeli”
toprakları üzerinde yaşayan nüfusun çoğunluğu da ya Türk ya da Müslüman’dı. Batı Trakya ve Makedonya’da
zamanında Anadolu’dan göç etmiş olan Türkler, Müslüman Pomaklar, hatta Müslüman Slavlardan oluşan bir
Müslüman-Türk nüfus çoğunluğu oluşturmaktaydı. Arnavutluk, Kosova ve Batı Makedonya’da yaşayan Arnavut-
lar da, Müslüman olmaları sebebiyle, bu nüfusun önemli bir parçasını meydana getiriyorlardı. Özellikle Osmanlı
zamanında bu bölgeye göç eden Türkler ya da kendi istekleriyle Müslümanlığı seçen halklar, Balkanlar’da büyük
bir Müslüman-Türk nüfusu meydana getirmiştir.
Balkan ülkelerinde yaşayan Türk ve Müslüman halklar, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra da ana-
vatanla olan bağlarını kesmemişler, kendi kimliklerini her türlü baskıya rağmen korumayı başarmışlardır (http://
www.bilimarastirmavakfi.org/Turkiye_ve_Balkanlar/Turkiye_ve_Balkanlar_01.html, 2014). Soğuk Savaş dönemi
boyunca uygulanan asimilasyon politikalarının ardından, Soğuk Savaş sonrası dönemde Balkanlar’daki Türk ve
Müslüman varlığına karşı etnik kıyımlar ortaya çıkmıştır.
3
Bölge günümüzde sükûnete kavuşmuş gibi görün-
mekle birlikte, gerçekte bölgenin kanayan yarası olan siyasi ve etnik çatışmalar tam anlamıyla nihai bir çözüme
kavuşmamıştır.
4. Balkanlar ve Türkiye: Vazgeçilemez Miras
Yukarıdaki tarihsel gerçeklikten hareketle, öncelikle şunu söylemek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti yaklaşık 550
yıl Balkanlar’da hüküm sürmüş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun
4
mirasını taşımaktadır ve kurulduğu tarihten
itibaren yüzünü Batı’ya dönerek, Asyalı kimliğinden çok Avrupalı ve Balkanlı kimliğine vurgu yapagelmiştir.
Dolayısıyla Türkiye sadece coğrafi olarak değil siyasi, tarihsel ve kültürel yönden de bir Balkan ülkesidir.
1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ve Lozan Barış Antlaşması’nın ardından Türkiye, Balkan devletleriyle
olan ilişkilerinde barışçıl bir politika izlemiştir. Bu dönemde, Türkiye’nin statükoyu koruma anlayışı Balkan poli-
tikasına da yansımıştır. Soğuk Savaş döneminde ise Türkiye’nin Balkan politikaları çok daha sınırlı kalmış, Doğu
ile Batı bloklarının sıkıştırdığı alanda çok fazla hareket alanı bulamamıştır. Türkiye’nin Balkan politikasında esas
değişimi, küresel çapta Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve bölgesel anlamda Yugoslavya’nın parçalanma sürecine gir-
mesi tetiklemiştir ve Türkiye, tıpkı Ortadoğu ve Kafkasya’da olduğu gibi, Balkanlarda da daha geniş bir manevra
alanı elde etmiştir.
3 Özellik, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde etnik kıyım bakımından en büyük acıyı kuşkusuz Bosnalılar yaşamıştır. 1992 yılın-
da bağımsızlığını ilan eden Bosna-Hersek karşısında “Büyük Sırbistan” hayallerinin etkisiyle Sırplar, Bosna-Hersek sınırları içinde Sırp
Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilan etmiş ve bu bölgede yaşayan Boşnaklar (Müslüman) ve Hırvatları (Katolikler) uzaklaştırmak için insanlık
dışı uygulamalara başlamışlardır. İç savaş olarak başlayan olaylar, zamanla Sırpların Boşnaklara uyguladığı bir soykırım haline gelmiştir.
1993 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra Srebrenitsa’da yaşayan Müslümanlar, böl-
ge BM askerlerinin kontrolünde olmasına rağmen, II. Dünya Savaşı’ndan sonra meydana gelen en büyük soykırıma uğramıştır.1992-1995
arasında Uluslararası Kızılhaç Örgütü verilerine göre Bosna-Hersek’te 312.000 kişi hayatını kaybetmiştir. 14 Aralık 1995’te imzalanan
Dayton Barış Antlaşması ile savaş sona ermiştir. Bosna-Hersek Cumhuriyeti, Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak iki
birime (devletçiğe) ve bir küçük özerk bölgeye bölünmüştür. Yani Sırbistan dışında Bosna-Hersek sınırları içinde de bir Sırp Cumhuriyeti
bulunmaktadır. Boşnak, Hırvat ve Sırp nüfusu barındıran bu parçalanmış yapıdan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu 1995 yılından itiba-
ren “Üçlü Başkanlık Sistemi” ile yönetilmeye başlamıştır.
4 Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar üzerindeki hâkimiyeti üç döneme ayrılır: 1) Balkanlar’da ilerleyiş ve hâkimiyetin sağlanması dönemi
(1354-1683), 2) Hâkimiyetin zayıflaması ve gerileyiş dönemi (1683-1821), 3) Hâkimiyetin yıkılışı ve Osmanlı Devleti’nin Balkan toprakla-
rından çekilmesi dönemi (1821-1913). Daha geniş bilgi için bkz. (Sancaktar, 2011: 3-8).




