Muhlis BAĞ
n
370
masıyla piyade silahlarının menzilinin 3 kat artması, donanmalarda buharlı gemilerin kullanılması, emir-komu-
ta ve haberleşmede telgrafın sağladığı avantajlardan yararlanılması ve ikmal faaliyetlerinin kolaylaşması savaşı
endüstrileştirmiştir. Savaş alanında yaşanan bu olumlu gelişmeler beraberinde zayiatların dramatik şekilde art-
ması sonucunu da getirmiştir (Parker, 2014:243-245). Savaş muhabirliğinin ilk uygulaması da bu savaş esnasında,
William Howard Russell’in The Times muhabiri olarak Kırım Savaşı’nı takip etmesi ve haberleri telgraf vasıtasıyla
okuyucularına aktarması ile gerçekleşmiştir (H. Yalçınkaya, 2012:133-134).
Savaşın sonunda imzalanan 1856 tarihli Paris Antlaşması ile devletlerin savaş zamanlarında düşman aleyhine
deniz korsanlığı faaliyetlerine müsaade etmesi yasaklanmış, böylece antlaşma ilk uluslararası savaş hukuku met-
ni olma özelliği kazanmıştır (Tetik & Güzel, 2013:27-28). Kırım Savaşı’nın taşıdığı tarihi özellikler, her yönüy-
le modern savaşın ve savaş hukukunun Kırım toprakları üzerinde geliştiğini göstermektedir. Savaş esnasın-
da Osmanlı Devleti’nin İngiltere ve Fransa’dan ilk dış borcu alması ve Paris Barış Antlaşması sırasında Islahat
Fermanı’nı yayınlaması, büyük devletlerin iç işlerine karışmasına vesile olmaktan başka bir işe yaramayarak, dev-
letin yıkılışını hazırlayan yeni etkenler olarak hizmet etmiştir (Armaoğlu, 2010:379-384).
Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı arasındaki ilişkilerde Kırım’ın rolü ve taşıdığı önem zamanla iki devlet ara-
sındaki münasebetleri aşarak tüm dünya açısından dikkate değer sonuçlar doğurabilmiştir. Bu durum, bölgeler
arasında geçiş güzergâhı olması nedeniyle hiçbir dönemde stratejik değeri azalmayan Karadeniz Havzası’nın ve
havzanın kıymetli bir parçası olan Kırım’ın tarihi ve jeopolitik önemini ortaya koymaktadır.
3. Ukrayna’nın Yapısı ve Kırım
Kırım’ın taşıdığı tarihi ve jeopolitik önem dolayısıyla statüsünün değişmesi ya bir dönem başlangıcı olmuş ya da
statü değişimi önemli tarihsel kırılma anlarına denk gelmiştir. 1783 yılından itibaren Çarlık Rusya’sının egemen-
liğinde bulunan Kırım’da, imparatorluğun 1917 Ekim Devrimi ile yıkılmasının ardından Türkler 3 ay gibi kısa
bir süreliğine de olsa kendi hükümetlerini kurmuşlardır. Müteakiben yaklaşık 4 aylığına ilk Bolşevik hükümeti
idareyi ele geçirse de, A lman işgal kuvvetlerinin 25 Nisan 1918’de Kırım’a girmesiyle bu hükümet yıkılmıştır.
Alman komutanlığı ise, Kırım’ın tam muhtariyet kazanmasına yanaşmayarak, Sulkiewicz liderliğinde yeni bir
hükümet kurdurmuştur. Alman birliklerinin yarımadayı terkinden sonra, bağımsızlıktan ziyade yeni Rus devleti
ile birleşmeyi hedefleyen Salomon Krym hükümeti oluşturulmuştur. 1919 yılının Nisan ayında ise ikinci Bolşe-
vik Hükümeti iktidarı eline almıştır. 1919 ve 1921 yılları arasında yaşanan mücadelelerin sonucunda Bolşevikler
üçüncü kez Kırım’da hâkimiyet sağlamış ve 1941 yılındaki Alman işgaline kadar sürecek olan Kırım Muhtar Sov-
yet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur (Fisher, 2009:157-186). Bu dönem Kırım’ın tam manasıyla sömürülmesi
sebebiyle yaşanan kıtlıklar, “Sovyetleştirme” adı altında icra edilen Ruslaştırma politikaları, kolektifleştirme adına
yapılan sürgünler ve yargılama diye adlandırılan insan kıyımları ile geçmiştir.
Uygulanan bu politikaların neticesinde, 1941 yılında Almanlar Kırım’ı işgal ettiklerinde 558.000 Rus’a karşılık
219.000 civarında Kırım Türkü’nün yaşadığı görülmektedir (Özcan, 2005:65). Almanlar başlangıçta burada yaşa-
yan herkesin sürgün edilerek Kırım’ın Almanlaştırılması fikrinde olsalar da, Türkiye’nin Kırım Türklerine karşı
özel bir alakası bulunduğunu bildiklerinden, Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sokabilmek adına bu planlarını
ertelemişlerdir (Özcan, 2005:66-67). Kırım’ın iki dünya savaşı sırasında da Almanya’nın hedef listesinde bulun-
ması dikkate değer bir durumdur. Almanlar, D Özel Görev Birliği bünyesinde Kırım Nefsi Müdafaa Taburları
kurarak partizan çeteleri ile mücadelede Kırım Türklerinden yararlanmışlardır (Özcan, 2005:70). Bu durumu
bahane olarak kullanan ve Kırım Türkleri tarafından Almanlara verilen desteğin ölçüsünü kasıtlı olarak abartan
Stalin, 1944 yılında Kırım Türklerini gayri insani koşullar altında sürgüne maruz bırakmış ve bu sürgünde nüfu-
sun yaklaşık %40’ı hayatını kaybetmiştir (A. Yalçınkaya, 2005:104).
1954 yılına gelindiğinde ise Kırım, Ukrayna ile Rusya’yı birleştiren 1654 tarihli Preyaslav Antlaşması’nın 300. yıl
dönümü hediyesi olarak Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne hediye edilmiştir (A. Yalçınkaya, 2012:120).
Ancak bu statü değişiminin asıl nedeni, Ukrayna’da gelişen Rus karşıtlığını dizginlemek ve Kırım’ın idaresinde
yaşanan bazı idari ve ekonomik zorlukları basit bir düzenleme ile ortadan kaldırmaktır.
Sovyetler Birliği döneminde çok önemli görülmeyen bu statü değişikliği Moskova’daki Rus yöneticileri tarafından,
1989’da başlayan dağılma süreci içerisinde, imparatorluğun tarihi yaşam sahası içerisinde görülen bazı diğer böl-




