Ekonomik Kriz Döneminde Yunanistan’ın Savunma Harcamaları Üzerine Bir Değerlendirme
361
n
dış politikasında yeniden bir değerlendirmeye neden olmuştur (Βαληνάκης, 2003:221-222). II. Dünya Savaşı sonra-
sı güvenlik ağırlıklı bir dış politika izleyen Yunanistan, 1974 sonrası ulusal güvenlik ve dış politikasını yine güvenlik
ağırlıklı, fakat, komünizm tehlikesi yerine “Doğu’dan gelen tehlike” (Türkiye) üzerine şekillendirmiştir.
Soğuk Savaşın yumuşama döneminde Kıbrıs’ta gerçekleşen gelişmeler Yunanistan’ın 1974 sonrası ve özellikle
1981’de iktidara gelen PASOK lideri A. Papandreu yönetiminde daha bağımsız ve çok yönlü bir dış politika izle-
mesini sağlamıştır (Βαληνάκης, 2003:190). Kıbrıs’ta yaşanan hayal kırıklığı Yunanistan’ın ABD’den çok Avrupa’ya
yönelmesini sağlamıştır. Fakat yine de izlenen savunma politikası tam anlamıyla ABD çizgisinden uzaklaşma-
mış, daha çok Kıbrıs ve Türkiye ile yaşanan sorunlar çerçevesinde gelişmiştir. Paradoksun başladığı nokta da bu
olmuştur aslında, çünkü Soğuk Savaş’ın devam ettiği bir dönemde Yunanistan NATO’nun, yani üyesi olduğu
güvenlik örgütünün çıkarlarından ziyade kendi ulusal çıkarlarını ve kendi stratejisini benimsemiştir.
Böylelikle Yunanistan, Kıbrıs’ta yaşanan “milli trajedi”den sonra yabancı ülkeler nezdinde bu sorunu sürek-
li dillendirme ve kendi lehinde kamuoyu oluşturmayı bir dış politika önceliği olarak belirlemiştir (Βαληνάκης,
2003:193). Aynı zamanda Türkiye tehdidini dengelemek ve caydırmak için ülke içinde “güçlü ordu”, uluslararası
ortamda da “siyasi ve güvenlik örgütlere” üyelik ve “aktif politika” çizgisini benimsemiştir (Dokos, 1999:246).
Bu çerçevede, Yunanistan’ın 1974 sonrası gerek SSCB, gerek komünist Balkan ülkeleriyle ilişkileri normalleşme-
ye başlamış ve A. Papandreu iktidarında (1981-1989) bu bölgelere açılımlar yapılmıştır. Yunanlı akademisyen
Βαλντέν, Yunanistan’ın Doğu Bloku ülkeleri ile ilişkilerini iyileştirme ve geliştirme politikasını Türkiye’ye karşı
tedbir alma, ayrıca Yunanistan’ın AB üyeliğinin getirdiği özgüven olarak değerlendirmektedir(Βαλντέν, 2003:407-
408). Βαληνάκης
ise özellikle Balkan ülkelerine yönelik açılımı milli konularda olabildiğince fazla yabancı ülke
desteği almak ve Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı pazarlık gücünü güçlendirme girişimi olarak yorumlamaktadır
(Βαληνάκης, 2003:341).
Görüldüğü üzere Yunanlı akademisyenlerin de yorum ve bakış açılarına göre 1974 ve hatta Soğuk Savaş sonra-
sı, Yunanistan’ın savunma ve güvenlik politikalarında Türkiye neredeyse tek ve temel öncelik olmuştur. Çünkü
1990’ların başında Soğuk Savaş sona ererken Türkiye ile sorunlar devam etmekteydi. Fakat AB üyesi Yunanistan
komşusu ile sorunlarını Türkiye’nin AB perspektifini etkileyecek ve üyesi olduğu birliğin ortak sorunu haline
getirecek yönde bir politika izlemeye devam etmiştir. Öte yandan Türk öğesinin “öteki” pozisyonuna sahip olması
ise 19. yy.’dan itibaren Yunan toplumu için artık bir birleştirici işlev olarak yerini aldığı unutulmamalıdır (Büyük-
çolak, 2002:83-84). Dolayısıyla Yunanistan açısından Soğuk Savaş’ın sona ermesi kendisi için ana tehdit olarak
gördüğü Türkiye tehdidinin değiştiği anlamına gelmemekteydi. Öyle ki iki kutuplu sistemin sona erdiği dönemde
Balkan coğrafyasında tek AB ve NATO üyesi olarak Yunanistan bu avantajını iyi değerlendirememiş, bu dönem
boyunca yine Türkiye eksenli hareket etmiştir. Örneğin söz konusu dönemde Türk dış politikasının Balkanlar’da
özellikle Yugoslavya’nın dağılma süreci, Bosna Savaşı, Makedonya Cumhuriyeti’ni bu isimle tanıması gibi açı-
lım ve politikaları, Yunanistan’da Türkiye tarafından “çevrelenme” olarak algılanmıştır (Βερέμης & Κουλουμπής,
1997:47). Bu çerçevede Yunan dış politikası ve savunma politikası 1990’ların başlarında Yunanistan’ın kendine
göre algıladığı ve yorumladığı Soğuk Savaş gerçeklerine göre devam etmiştir. Yunanlı akademisyenler Yunan dış
politikasının bu görünümünü, güvensizlik duygusunun Yunanlıların büyük bir kısmının bir gün kendi başlarına
tüm düşmanları (Türkler, Slavlar, Arnavutlar ve “Frenkler”-Batılılar) ile aynı anda savaşmayı hayal etmelerine
neden olduğu yorumu ile açıklamaktadırlar (Κουλουμπής κ.α., 1992:25).
Böylelikle Yunanistan, 1990’lar boyunca “Düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi ile hareket etmiş, Türkiye’nin
PKK nedeniyle ihtilaflı olduğu güney komşusu Suriye ile askeri işbirliğine gitmiş, Ermenistan ve İran ile ilişkile-
rini geliştirmeye çalışmıştır (Demirtaş Coşkun, 2002:200-201). Coşkun Demirtaş’ın ifade ettiği gibi, “Yunanistan
bu dönemde realist teoriye uygun politikalar izlemiş, dış politikasını sıfır toplamlı bir oyun olarak planlamıştır.
Komşu ülkelerin kazancını kendisinin kaybı, kendisinin kazancını ise komşu ülkelerin kaybı olarak algılamıştır”
(Demirtaş Coşkun, 2002:190-191). Fakat, 1995’ten itibaren özellikle Balkan ülkelerine yönelik politikasını değiş-
tirmiş ve daha ılımlı bir çizgiye geçerek bölgede ekonomik yatırımlarını arttırmıştır. AB üyeliğinin ve Avrupalı
olmanın öneminin arttığı ve Yunanistan’ın Balkanlarda sarsılan imajını ekonomik yatırımlarla düzeltmeye çalıştı-
ğı bu tarihlerde Öcalan krizi “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinin Yunan dış politikası açısından ne kadar
zararlı olduğunu da göstermiştir (Καιρίδης, 2003:309).




