Karadeniz ve Balkan Ülkelerinde Bütçe Süreçlerinde Saydamlık
43
n
2001:42). Buna paralel diğer tanımlamalarda Mitchel (1998) saydamlığı düzenli ve doğru bilginin yayılması olarak
tanımlarken IMF (2007:72) ise anlaşılabilir, zamanında ve ulaşılabilir niteliklere dayalı bilginin kamuoyuna duyu-
rulması olarak tanımlamaktadır.
Saydamlığın birçok boyutu bulunmakta olup, bunlardan birisi de mali saydamlıktır. Kamu kesimi bakımından mali
saydamlık kamu kaynaklarının kim tarafından, nasıl ve hangi amaçla kullanıldığına dair bilginin var olmasıdır (Ati-
yas ve Sayın, 2000: 28). Daha kapsamlı bir tanımda ise mali saydamlık; hükümetin yapısının ve fonksiyonlarının,
uygulayacağı maliye politikalarının, kamu kesimi hesaplarının ve mali hedeflerinin kamuya açıklığı olarak ifade
edilmektedir. Söz konusu açıklık hükümet içi veya dışındaki faaliyetlere ilişkin güncel, inanılır, kapsamlı, anlaşılır
ve uluslararası karşılaştırılabilir nitelikteki hazır bilgiye ulaşılabilir olmayı içermektedir (Kopits ve Craig, 1998:1).
Kamu kesiminde yönetim anlayışında yaşanan dönüşümün saydamlığın gelişmesinde önemli bir katkısı bulun-
maktadır. Genç (2010:147)’e göre geleneksel kamu yönetimi anlayışından yeni kamu yönetimi anlayışına dönü-
şümün gerekçeleri arasında; 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan sosyal devlet, refah devleti ve uygulanan
Keynesyen iktisadi politikaların 1970’lerde ortaya çıkan petrol krizi ve bu krizin ortaya çıkardığı bütçe açıklarına
sebep olması, vatandaşın talep ve beklentilerinin artması ve kamu bürokrasisinin bunlara cevap verememesi ve
kamu hizmetlerinde kalite, hız, etkinlik gibi kavramların önem kazanması, yeni sağ ideolojinin yükselişe geçmesi
ve özellikle ABD ve İngiltere’de bu bağlamda devletin küçültülmesine yönelik harcamaların kısılması, özelleş-
tirme gibi uygulamalar ile devletin verimli hale getirilmesi amacının yaygınlaşması, devlet ve bürokrasi karşıtı
söylemlerin yaygınlaşması, IMF, OECD ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların yeni sağ ideolojisinin
yaygınlaştırılmasına yönelik çabaları, bilgi iletişim teknolojilerinin gelişmesi ve 1980 sonrasında demokrasi söy-
leminin, sivil toplum kuruluşlarının ve yönetişim anlayışının önem kazanmasının yanında genel olarak küresel-
leşme yer almaktadır.
Yeni kamu yönetimi anlayışında devletin daha etkin olması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda yönetenlerin daha
etkin sonuçlar ortaya çıkarması beklenmektedir. Kamu kesiminin sahip olduğu yapı incelendiğinde saydamlığın
sahip olduğu önem ortaya çıkmaktadır. Kamu kesiminde asil vekil ilişkisi bulunmaktadır. Asil vekil ilişkisinin ol-
duğu bir yapıda ise asimetrik bilgi ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bilgi eşitsizliği ise beraberinde gizli faaliyetlere
yol açabilmektedir ve kamu kesimi buna elverişli bir yapıya sahiptir.
“Asil vekil modeli, öncelikle özel sektördeki yönetici ve işveren arasındaki ilişkilerde kullanılmış daha sonraları
kamu yönetiminde bürokrat ile siyasetçi arasındaki ilişkilerde kullanılmıştır. Bu modelin temel noktası kamu
görevlilerinin bilgi avantajına sahip olmaları ve ihtiyari karar alma güçlerinin varlığıdır. Bu ihtiyari karar alma
davranışları hükümet tarafından bilinmemektedir. Başka bir ifade ile hükümet kamu görevlisinin yaptığı dav-
ranışları gözlemleyememektedir. Yine bu modelin temel varsayımlarından birisi de hükümetin iyi niyetli kamu
görevlilerinin ve halkın faydalarını maksimum yapmayı amaçlayan rasyonel bireyler olduğudur (Güvel ve Ata,
2009:172-173).”
Asil vekil modeli, asil ve vekilin çıkarlarının farklılaştığını varsaymaktadır. Burada vekilin lehine bir bilgi asimet-
risi söz konusudur. Ancak asil, vekil üzerindeki kontrolünü parasal bir karşılık vererek kurallar koyarak belirle-
yebilir. Söz konusu modelde kararlar, çeşitli maliyetler (izleme, birleştirme ve artık kayıplar vs.) dikkate alınarak
verilmektedir (Groenendijk, 1997: 208). Kamu kesimi açısından ele alındığında ise temsili bir demokraside asil
vekil ilişkisi Şekil 1’deki gibidir.
“Devlet ve vatandaş ilişkilerinde iki ana yetki devrinden bahsetmek mümkündür. İlkinde vatandaşlar asil iken
siyasetçiler vekildir. Vatandaşlar siyasetçilere belirli kurallar içinde ülkeyi vatandaşlar adına yönetmek üzere yetki
verirler. Bu ilişkide siyasetçilerden (ve onların davranışlarını etkileyen siyasi kurumlardan) beklenen, toplumdaki
farklı grup ve bireylerin tercihlerini bir biçimde bütünleştirerek vatandaşların beklentilerine uyan kamu politi-
kaları üretmektir. Buna siyasi sorumluluk denilmektedir. Siyasetçilerin ürettiği politikaları hayata geçirmek ise
büyük ölçüde kamu idaresinin yani bürokrasinin işidir. Dolayısı ile politikaların hayata geçirilmesi bu sefer siya-
setçilerin asil bürokrasinin vekil olduğu ikinci bir vekâlet ilişkisini içerir. Burada bürokrasiden beklenen üretilen
politikaları en etkin biçimde hayata geçirmesidir. Bu ilişkiye ise yönetsel sorumluluk denilmektedir (Atiyas ve
Sayın, 2000:6).”




